Plastik hammadesi, icat edildiği günden itibaren pek çok inovasyona dahil olmuştur. Son 30 yılda artan plastik üretimi, kıyafetlerden elektronik cihazlara kadar, günlük hayatta kullandığımız pek çok üründe öne çıkmaktadır. Plastik içeren bu ürünlerin birçoğu, kullanım sürelerini tamamladıktan sonra atık haline gelirler. Kullanım sonrası atık olarak adlandırılan plastik ürünlerin çoğu, doğada parçalanamaz ve uzun yıllar boyunca varlığını sürdürürler. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre, üretilmiş ve kullanım ömrünü tamamlamış plastiklerin sadece %9’unun geri dönüştürülebilmiş olduğu tespit edildi.[1] Geri dönüştürülememiş olan plastiklerin pek çoğu, doğada yüzyıllar boyunca kalmakta, mikroplastik ve nanoplastik gibi küçük parçalara ayrılarak çevreye zarar vermektedirler.
Mikroplastik, suda çözünmeyen, uzunluğu 5 mm’den küçük olan, düzgün şekilli veya şekilsiz polimerik parçacıklara verilen isimdir.[2] Bu terim ilk kez 2004 yılında Richard Thompson tarafından yazılan bir makalede kullanılmıştır.[3] 5 nm’den küçük olan ve yapay olarak üretilenler birincil mikroplastik olarak, 5 nm’den küçük boyutlarda olan ve plastiklerin zamanla parçalanması ile oluşanlar ise ikincil mikroplastik olarak sınıflandırılmaktadır.[4] Var olan mikroplastiklerin, zamanla boyutlarının daha da küçüldüğünün farkına varılması sonucu, boyutu 1 nm-1μm arası olan parçacıklara nanoplastik ismi verilmiştir.[5] Ayrıca nanoplastikler, mikroplastiklerin zamanla parçalanması ile oluşabildiği gibi endüstriler tarafından yapay olarak da üretilmektedirler.
Mikroplastikler, doğada çözünen kıyafetlerin elyaflarından dökülen mikro elyaflar veya araç lastiklerinin sürtünmesi gibi günlük aktiviteler sırasında oluşabilirler. Ayrıca, kozmetik ve kişisel bakım ürünleri ile temizlik maddeleri gibi endüstriyel sektörlerde yapay olarak mikroplastik üretimi de mevcuttur. Bu çeşitlilik, mikroplastiklerin çevremizdeki pek çok kaynaktan geldiğini göstermektedir.
Örneğin evimizde kullandığımız yapay üretilen mikroplastik içerikli bir temizlik malzemesi, kullanım sonrasında atık su olarak arıtma tesislerine gitmektedir. Ancak, arıtma tesislerine ulaşan endüstriyel ve evsel atık sularında bulunan mikroplastiklerin, %83-95’i arıtma tesislerinde giderilse bile %5-17 kadarlık kısmının çevreye salındığı bilinmektedir.[6]
Çevreye salınım sonrasında nehir, göl, deniz ve okyanus sularına karışan mikroplastikler, su ekosistemi içindeki canlılar tarafından yutulur ve bu da onların iç organlarına zarar verir. Aşırı mikroplastik birikimi, hayvanların yetersiz beslenmesine, üreme oranın azalmasına ve biyolojik ölümlerine neden olabilir. Deniz canlılarında görülen aşırı mikroplastik birikimi, sadece tür azalımı veya ölümle sınırlı kalmayarak, bilinmeyen yeni hastalıklara da yol açabilmektedir. Yapılan bir araştırmada, soluk gagalı yelkovan kuşları tarafından yutulan mikroplastiklerin “plasticosis” adı verilen bir hastalığa sebep olduğu tespit edilmiştir.[7] Bu durum, mikroplastiklerin çevreye verdiği zararların ve ekosistem üzerindeki etkilerinin önemini daha çok açığa çıkartmaktadır.
Mikroplastikler, bulundukları sularda deniz canlılarına zarar vermenin yanı sıra, toprakta da gözükmektedir. Karada var olan bitkilerin kökleri aracılığıyla, bitkilerin gövdelerine mikroplastik girişi mümkündür. Bu durum, bitkilerde ve dolaylı olarak bitkileri tüketen canlılarda mikroplastik birikiminin görülmesine neden olmaktadır.
Dünya genelinde yüksek miktarda bulunan mikroplastikler, sadece hayvan ve bitkilerin vücutlarında bulunmakla kalmaz, aynı zamanda insanlarda da görülürler. Bir bireyin bünyesine, vücudunda mikroplastik bulunan deniz canlılarını veya mikroplastiğe maruz kalan tarım ürünlerini tüketerek, dolaylı bir şekilde girmesinin yanı sıra doğrudan solunum sistemi yoluyla da girebilirler. Özellikle hava kirliliğinin yoğun olduğu ortamlarda, bu risk oranı daha da fazladır.
Sağlıkla ilgili yapılan birçok araştırmada, mikroplastiklerin vücudumuzda bulunduğu ve istenmeyen yan etkilere sebep olduğu görülmüştür. Yapılan bir araştırmada, plastikle ilgili kimyasallara maruz kalmakla ilişkili hastalıkların, 2018 yılında ABD’ye yaklaşık 249 milyar dolarlık sağlık harcamalarına mal olduğu tespit edilmiştir.[8]
Bugün artık sadece erişkin bireylerle sınırlı kalmayarak, yeni doğan bebeklerin vücutlarında bile mikroplastiğe rastlamak mümkün hale gelmiştir. 2022 yılında İtalya’da yapılan bir çalışmada, bilim insanları 34 anneden alınan süt örneklerinin %75’inde mikroplastik tespit etmiştir.[9] Yeni doğan bebeklerini emziren annelerin, aslında çocuklarına birer mikroplastik kaynağı olduğu günümüzde, bu durumun düzeltilmesi artık kaçınılmaz olmuştur.
Günlük hayatımızda kullandığımız ve bir şekilde atık olmasına sebep olduğumuz plastikler, sadece görüntü kirliliği olan çöp yığınlarına dönüşmekle kalmayarak, artık ciddi bir biçimde günümüzün en büyük problemlerinden birisi haline gelmiştir. Ekosistemimizde var olan ve gün geçtikçe artan mikroplastik miktarına karşı önlemler alınmalıdır. Dünyada var olan mikroplastik miktarının azaltılması için, bireylerin bazı yaşam alışkanlıklarını değiştirerek, öncelikle sürdürülebilir materyalleri tercih etmesi ve plastik tüketimini minimum seviyede tutmasının ciddi bir adım olduğu göz ardı edilmemelidir. Sürdürülebilirlik ilkesini uygulamak, pek çok çevre probleminin çözümüne katkı sağlayabileceği gibi mikroplastiklerin azaltılmasına da büyük katkısı olacaktır.
Bu kapsamda yürütülen projeler ve toplumun bilinçlendirilmesi, mikroplastik sorununun kontrol altına alınmasında ve sürdürülebilirlik ilkelerinin tamamlanabilmesi için önemli role sahiptir.
Sena Öztetik