İnsanlık günümüzden yaklaşık atmış beş milyon yıl önce ortaya çıkmıştır. Altmış beş milyon yıl içerisinde tüketmeye artan hızla devam etmiştir. Avcı-toplayıcı olarak hayatını idame ettiren insan, yerleşik hayata geçerek tarım ile uğraşmaya başlamıştır. Tarım yerlerini seçerken özellikle su kaynaklarına yakın yerler olmasına dikkat etmişlerdir. Su kaynaklarının insan yaşamındaki önemi ilk olarak burada kendini göstermiştir.

Yerleşik hayatla başlayan tarım, su kaynaklarını tüketirken, insan popülasyonunun artmasına sebep olmuştur. Popülasyon artıkça ihtiyaç da artmıştır. Artan ihtiyaçlar sonrası sanayi devrimi gerçekleşmiştir. Birinci ve ikinci Sanayi Devrimi, günümüz sürdürülebilirlik sorununun en temel sebeplerindendir. Sanayi Devrimi, kas gücü yerine bir alternatif olarak makineleri sunmuştur. İnsanların hayatlarını kolaylaştırmak için üretilmeye başlanan ürünlerin kaynakları petrol, doğalgaz, elektrik ve kömür temellidir. Sanayide bu ham maddeleri kullanmak için çeşitli fabrikalar açılmıştır. Sanayi Devrimi ile insan hayatına giren hava kirliliği, kimsenin öngöremediği çok ciddi sağlık ve çevre sorunlarına yol açmıştır.

Bu konunun en belirgin örneklerinden biri 1952 Londra’sıdır. İngiltere’nin başkenti olan Londra’da beş gün süren bir sis oluşmuştur. Oluşan sis nedeniyle görüş mesafesi yok denecek kadar azalmıştır. Bu seviyede bir hava kirliliğinin nedeni araştırıldığı zaman, bulunan en önemli neden kömür olarak belirlenmiştir. Kullanılan kömür, şehrin üzerini kapsayan bir tabaka haline gelerek sadece yaşamın akışını kısıtlamamış aynı zamanda insanların hayatlarını kaybetmesine de neden olmuştur. Beş günlük hava kirliliği, dört bin kişinin ölümüne, yüz bin kişinin ise solunum yolu hastalıklarına yakalanmasına neden olmuştur.[1]

Zaman geçtikçe iklim konusu önemli bir sorun haline gelmiştir ve artık tüm dünyanın üzerinde kafa yorduğu ortak bir meselesi olmuştur. Tüketimin bu denli artığı günümüzde, ekoloji konusunda uyarı yapmak isteyenlerin çalışmaları göz ardı edilmemelidir. Durumun ciddiyetini yüz yıl önce öngörerek hava kirliliğinden nükleer enerjiye, pestisitlerden su kaynaklarının tüketimine kadar birçok konuda önlem almak isteyen önemli kişiler vardır. Konunun en çarpıcı örneklerinden biri ise Rachel Carson’un yazdığı Sessiz Bahar kitabıdır.

Rachel Carson, Sessiz Bahar kitabında, iklim sorunlarının ulusal gündemde olan bir konuyu göstermeye çalışmadığını, ulusal gündeme bir konu eklemeye çalıştığını belirtmiştir.[2] Ekolojik sorunlar, iklim ve çevre krizi herkesin hayatında önemli bir rol oynayan ve harekete geçmek için acele etmesi gereken bir konu haline gelmiştir. 1962 yılında yayımlanan bu kitap geleceği görmüş ve insanları çok daha önceden uyarmıştır.

İnsanlar kaynakları kullanırken, bu kaynakların tükenebileceğini çok geç anlamıştır. Kitlesel farkındalıklar her ne kadar günümüzde odak noktası haline gelmiş olsa da 1962 yılında dönüm noktası niteliğinde yayımlanan bu kitabın değeri çok sonradan anlaşılmıştır.

Carson, kitabında günümüzün sürdürülebilirlik kavramını ele alarak mücadele verdiği konulara değinmiştir. Birleşmiş Milletlerden önce bu konuyu ele alan Carson, dönemin sosyal ve ekonomik koşullarından dolayı önem görmemiştir.

Amerika Eski Başkan Yardımcısı Al Gore ile birlikte kitap tekrardan gündem olurken, çevre ve sürdürülebilirlik konuları, 21. yüzyılın en global sorunlarından biri haline gelmiştir.

Carson birçok önemli noktaya değinmiştir. Bunlardan ilki pestisitlerdir. Milattan önce 1500’lü yıllara dayanan bir kullanımı vardır.[3] Şu anda tarım için kullanılan pestisitler geçmiş dönemlerde bit, pire ve eşek arılarına karşı geliştirilip kullanılmıştır. İnsanın kendini diğer canlılardan korumak için ürettiği pestisitlerin temelinde kükürt ve arsenik gibi maddelerin yanında nikotin de mevcuttur.[4] Kullanılan pestisitler canlı hayatında negatif etkilere sahiptir. Sadece insanların değil hayvanların da üreme sistemlerinde çok sayıda beklenilmeyen değişikliklere neden olmaktadır.

Ekolojik dengenin bozulması sadece yaban hayatını değil insan hayatını da zorlamaktadır. Tarım ilaçları sadece istenmeyen böceklerin veya bitkilerin yok olmasını değil aynı zamanda insanların da rahatsızlanmasına sebep olmaktadır. İnsanların kullanılan pestisitleri soluması, dolaylı olarak besin şeklinde tüketmesi veya temas etmesi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Akut zehirlenme ve alerjik reaksiyonların yanında nörolojik hastalıklara da sebep olmaktadır.[5] İnsan dışı canlıların etkilenmeleri insanlardan daha farklı biçimde olmaktadır. Kullanılan pestisitler çoğu bitki ve “istenmeyen” böceklerin ölümüne sebep olmaktadır. Özellikle belirli bir canlı grubunun ölümüne sebep olan pestisitler, besin zincirini de etkilemektedir.

Çanakkale Assos bölgesinde, ahşap ev yaptıran bir aile yılanlardan kurtulmak için ilaç kullanmıştır. Başta sorunu çözdüklerini düşünmelerine rağmen evi farelerin bastığını görmüşlerdir. Ev ahşaptan yapıldığı için artan fare popülasyonundan sadece evi yıkarak kurtulabilmişlerdir.

İnsanlık ile birlikte artmaya başlayan ekolojik sorunlar artık günümüzün kaçınılmaz gündemlerinden biri haline gelmiştir. Ateşi bulan insanlar; ateşin çıkarttığı karbondioksit gazının bir gün bu kadar kritik bir hal alabileceğini bilemezlerdi. Ateş ile başlayan yolculuk fabrikalar ve seri üretimle günümüze gelmişken etik değerler sadece dikkat edilmesi gerekenler arasında kalmıştır.

21. yüzyıl şirketleri, firmaları, fabrikaları ve en önemlisi insanları giderek artan ekolojik sorunları sürdürülebilirlik ilkesine bağlı kalarak çözmeyi hedeflemektedir.

Günümüzün göz ardı edilemeyecek başlıklarından biri olan sürdürülebilirlik ve ekoloji hakkında atılan adımlar yeri geldiğinde önemsiz bulunduğu yeri geldiğinde ise ekonomik nedenlerden dolayı dünya gündeminden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. 2030 ve 2050 yılları, gecikmeyi engellemek için imzalanan antlaşmaları temsil etmektedir. Bir çevre sözü olan antlaşmalar, ekolojiyi gerçekten kurtarabilecek midir? İnsanların hayatlarını değiştirmeden yaşayacağı 27 yıl mümkün müdür? Aslında bu soruların cevapları harekete geçilmeye bağlı olarak değişkenlik gösterebilmektedir.

Bir çok tarihten kişinin geçmiş zamanlarda dikkat çekmeye çalıştığı bu global sorun, artık daha fazla devam etmemelidir. Yüzyıla yakın bir süre önce uyarılmış olunmasına rağmen harekete geçmek düşünülenden daha uzun ve meşakkatli olmuştur. 2030 yılına kadar sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılması ve 2050 yılına kadar da karbon nötr olunması temel hedefler arasındadır. Herkesin nefes alabilmesi, temiz suya ulaşabilmesi, zararlı kimyasallar içermeyen besinlere ulaşabilmesi temel ihtiyaçlar arasındadır. Ekoloji ve Sürdürülebilirlik kavramları birleştirilerek farkındalık dolu bir gelecek hedeflenmektedir.

Zehra Horoz

By Dergi21