Sürdürülebilirlik kelimesini duymuş olabilirsiniz. Bu kelimenin anlamı nedir ve hayatın her alanında bulunan bir gerçeklik midir? Sürdürülebilirlik, belirli bir konuyla sınırlı olmayan, hayatın her alanında kendini gösteren bir kavramdır. Bu yazının odak noktası, tekstil ve moda sektöründeki sürdürülebilirlik etkisidir.
Öncelikle, “moda” kelimesi “yapmak” anlamını taşır ve Latince “facere” kelimesinden gelir. Genellikle tekstil sektörünün vazgeçilmez bir parçası olan moda, farklı giyim parçalarının ve desenlerinin bir araya getirilerek bir ürün oluşturulmasıdır. Ancak günümüzde daha çok kısa süreli popüler giyim parçaları için kullanılmaktadır. Sürekli değişen popüler parçaların ortaya çıkması, seri üretime yol açarak dünya çapında bir tüketim çılgınlığına sebep oldu. Bu durum, tekstil sektörünün çevre üzerindeki etkisini artırdı.
İkinci Dünya Savaşı dönemi ve öncesinde insanlar, kendi kıyafetlerini diker, eskimiş kıyafetlerini onararak tekrar giyerlerdi. Ancak 1980’lerden sonra her şey değişti. Daha düşük fiyatlarla daha fazla giyim koleksiyonu üreten yeni ve hızlı dönüşümlü bir moda-iş modeli ortaya çıktı. Bu iş modelinin amacı daha az maliyetle birlikte daha hızlı bir üretim yapmaktı. Fazlasıyla karlı olan bu iş modeli, moda sektöründeki markalar tarafından benimsenerek yaygınlaştı; sürdürülebilirlik konusu o dönemde gündemde olmadığı için etkileri daha sonraki yıllarda belirginleşti.
2019’da Birleşik Krallık Avam Kamarası’na bağlı Çevre Denetim Komitesi’nin raporunda, hızlı tüketimin etkileri şu şekilde açıklanmıştır: “Piyasayı dolduran ikinci el giysi bolluğu, kullanılmış tekstil ürünlerinin fiyatlarının düşmesine neden oluyor. Satılamayanlar parçalanıp izolasyon ve yatak dolgusuna dönüştürülüyor. Daha da kötüsü, her yıl yaklaşık 300.000 ton tekstil atığı evlerdeki siyah çöp kutularına atılıyor, çöp depolama veya çöp yakma tesislerine gönderiliyor. Giysi üretiminde kullanılan malzemenin %1’den azı, kullanım ömrünün sonunda yeni giysiye dönüştürülüyor. Bu arada perakendeciler sadece markalarını korumak için satılmayan yeni stokları yakıyorlar.”
Örneğin, 2018’de bir İngiliz giyim firması, satılmayan ve net değeri 40 milyon doları aşan ürünlerini değer kaybetmemesi için yaktı. Eğer firma üretimi düşürseydi, sürdürülebilirlik açısından önemli adımlar atabilirdi.
Bir başka rapora göre, tekstil sektörü büyümeye devam ederse 2050’de toplam giyim satışları 160 milyon tona ulaşacak ve günümüz rakamının üç katına denk gelecektir. Eğer mevcut trend devam ederse, tekstil endüstrisi 2050’de karbon bütçesinin %26’sından fazlasını tüketebilir.
Tekstil ve moda sektörünün hızlı üretim ve düşük maliyet felsefesi, ilgiyi ucuz iş gücü ülkelerine çevirdi. Bu tüketim çılgınlığı kötü çalışma koşullarına ya da felaketlere neden oldu. Örneğin, 1911’de New York’taki Üçgen Gömlek Fabrikası yangını ve 2012’de Pakistan’daki tekstil fabrikalarındaki yangınlar ve Rana Plaza’nın çöküşü gibi olaylar, sektörün çevreye ve insanlara olan etkisini gözler önüne serdi.
Bangladeş’in Dakka kentinde bulunan Rana Plaza, 2006 yılında beş kat olarak inşa edildi. İlk beş katı banka ve çeşitli mağazalar için tasarlandı. Daha sonra kaçak olarak eklenen üç kat tekstil fabrikaları olarak kullanıldı. Ağır makinelerin üst katta olması ve çatısında bir jeneratör bulundurması, binanın stresini daha fazla taşıyamamasına ve çökmesine neden oldu. Binada üretim yapan dünya çapında dokuz marka bulunmaktaydı. Bu dokuz marka, ucuz iş gücünü kullanarak seri üretim yapıyordu. Kendi ürünlerine olan yoğun talebi karşılamak ve maliyeti azaltmak için bu dokuz marka, tıpkı diğer markalar gibi, ucuz iş gücünü tercih etmişlerdi.
24 Nisan 2013’te sabah saat dokuz civarında Rana Plaza çöktü. Bir gün önce binadaki çatlaklar fark edilmiş ve aşağıdaki mağaza ve bankalar kapatılmışken üst kattaki fabrikalarda üretim devam etmekteydi. Binanın çöküşünden sonra yaşanan can kaybı 1134 kişiyi buldu. Bu rakamla birlikte Rana Plaza çöküşü “Kaydedilmiş En Kötü Giysi Fabrikası Felaketi” olarak tarihe geçti. Daha sonrasında 2500’den fazla yaralanan ve ölen işçilerin ailelerine gerekli tazminatlar ödenmedi. İlk başta Bangladeş’te fabrikası olduğunu reddeden bazı markalar, enkaz aramaları sırasında kendilerine ait belgeler ve etiketlerin bulunmasıyla gündeme geldiler. Bu markalar, yaşanan felaketin ilk yıl dönümünde dünya çapındaki mağazalarının önünde aktivistler tarafından boykot edildiler. Olayda adı geçen markaların tazminat ödememeleriyle ilgili yaptıkları açıklama ise gerekli yardım kuruluşlarına bağış yaptıklarını söylemeleriydi.
Tekstil sektörü her yıl bu tüketim çılgınlığına cevap vermek için daha fazla üretirken, ürünlerin büyük çoğunluğu dönüştürülemez hale geliyor. Sektörün bu konuda sorumluluk almamasıysa kamuoyunda soru işaretleri uyandırıyor.
Düşük maliyet ve seri üretim anlayışının insan hayatına etkisi büyükken, bu anlayışın değişmesi gereklidir. Bu değişim, sektörde çalışanların yanı sıra bu sektörün insan hayatındaki olumsuz etkilerini de azaltmak zorundadır. Sektördeki üreticilerin yanı sıra tüketicilerin atacağı adımlar bu değişime yol açabilir. 2019 yılında Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı yazıya göre takip etmemiz gereken basit adımlar vardır.
Bu adımlardan ilki, tüketicinin az ürün alıp sık giyerek bir ürünün ömrünün dokuz ay uzamasının, atığın %4 azalması demek olduğunu fark etmesidir. Bu, küçük adımların büyük değişimlere yol açabileceği felsefesinin örneklerinden biridir. Bir sonraki adım olarak, tüketici ürün içeriğine dikkat etmelidir. Giysi etiketlerinde geri dönüştürülmüş polyester (rPET) kullanımına ilişkin bilgiler bulunmalı ve bu tür ürünler tercih edilmelidir. Ayrıca, organik pamuğun tercih edilmesi çevreye zarar veren kimyasal gübre ve böcek ilacı gibi maddelerin kullanımını engelleyen önemli bir adım olacaktır. Son olarak, 6 kg’lık ev tipi bir yıkamanın çevreye 700.000 kadar lif salma potansiyeli olduğunu düşünürsek, lif salınımını azaltmak ve enerji tasarrufu sağlamak için düşük sıcaklık tercih edilmesi önemlidir.
Çevre ve sürdürülebilirlik insan hayatında önemli bir yer tutarken, bu problemin görmezden gelinmemesi gerekiyor. Moda ve tekstil sektörünün çevreye verdiği zarar artarken, sadece üreticiler değil, bu markalardan alışveriş yapan tüketicilerin de alışkanlıklarını değiştirmesi gerekiyor. Daha doğal ürünler tercih etmek ve hızlı üretim düşük maliyet felsefesinin bir kenara bırakılması gerekiyor. Tüketicilerin çevre için attığı her sürdürülebilirlik adımı, gelecek nesillerin yaşam kalitesini artırmak için bir miras niteliği taşımaktadır.
Ayşe Zeynep Haliloğlu