11 Mart 2011’de Japonya, tarihin en büyük depremlerinden birini yaşadı. Öyle ki bu felakette bazı şehirler haritadan silindi ve Dünya’nın ekseninde 17 santimlik kayma yaşandı.[1]
Yaşanan bu felaket günümüzde dahi etkisini gösteren bir dizi olaya zemin hazırlamıştır. Depremin ardından yaşanan tsunami sonucu Fukuşima Nükleer Santral kazası meydana gelmiştir. Bugün bu kaza nedeniyle, santralde yıllardır biriken radyoaktif atık suların Pasifik Okyanusu’na boşaltılmaya başlanması bu olaylardan sadece bir tanesidir.
FUKUŞİMA NÜKLEER SANTRAL KAZASI NASIL GERÇEKLEŞTİ?
Büyük deprem ve beraberinde yaşanan tsunami nedeniyle 14 metre yüksekliğindeki dev dalgaların, koruyucu duvarı yıkması ile santral zemininin altındaki elektrik üreteçleri sular altında kalmış ve santralde elektik kesintisi yaşanmıştır. Depremin gerçekleşmesiyle santrali besleyen reaktörler de otomatik olarak durdurulmuştur. Reaktörlerde bulunan nükleer yakıt radyoaktivitesi, ortamın ısı enerjisini yüksek seviyeye ulaştırmıştır. Halihazırda elektrik kesintisi olması nedeniyle de deniz suyu pompaları çalışamadığından, soğutma suyu aktarımı gerçekleşememiştir.[2] Santralde yangın, kimyasal patlamalar ve yakıt aletlerinde erimeler meydana gelmiştir. Fukuşima Santrali’nde altı adet reaktör bulunuyordu. Altı reaktörden yalnızca üç tanesi aktifti, diğer reaktörler bakıma alındıkları için çalışmamaktaydı.[3] Artan basınç ve sıcaklık nedeniyle yaşanan hidrojen gazı patlamasıyla üç ayrı reaktör binasının çatısı uçmuş ve radyoaktif sızıntı gerçekleşmiştir. Güvenliğin sağlanması amacıyla kademeli şekilde tahliye edilmeye başlanan alanın büyüklüğü 12 Mart günü 20 km’ye kadar varmıştır. [4]
Bölgedeki yerleşim yerlerinin hızlıca boşaltılması sayesinde radyasyon sonucu doğrudan can kaybı yaşanmamıştır. Ancak deprem ve tsunami sebebi ile 19.759 kişi hayatını kaybetmiş, bu sayıya ek olarak yaralılar ve kaybolanlar da tespit edilmiştir. 1 milyon kadar ev kullanılamaz hale gelmiştir.[5] Çevre şehirlerden Tokyo’daki şebeke suyunda, yasal sınırı aşan derecede radyoaktif iyot bulunmuştur. Ayrıca bölgenin etrafındaki şehirleri de aşarak İzlanda ve Amerika’da radyoaktif bulgulara rastlanılmasıyla durum kıtalar arası yayılım olduğunun bir göstergesi haline gelmiştir. [6]
Çernobil’den sonraki en büyük nükleer felaket olarak anılan bu kazadan sonra izlenen yolu kıdemli teknoloji lideri Fukumatsu Teruki şu şekilde açıklıyor:
“Burada hasarlı reaktör erimiş yakıt içeriyor ve sürekli olarak soğutulması gerekiyor, bu yüzden üzerine su döküyoruz. Dışarı çıkan kirli su bir pompa tarafından emiliyor ve bu su Gelişmiş Sıvı İşleme Sistemine (ALPS) gönderiliyor. Nihayetinde tanklarda depolanacak olan trityum haricinde radyasyon pratik olarak çıkarılmış oluyor.” [7]
Binalara giren yağmur ve yer altı suları ile atık su miktarı gün geçtikçe arttığı, su girişini durdurmak için yapılan yeraltı duvarlarının tam koruma yapamadığı ve suya olan radyoaktif bulaşmanın devam ettiği söylenilmektedir. 320 milyon dolar harcanan yeraltı duvarı projesinden beklenilen sonuç alınamamıştır. 2023 yılına geldiğimizde, bu miktarın 1 milyon metrik tonu aşmasıyla artık depolanamayacak duruma ulaşılmıştır. 2019 yılında depolama alanlarının dolmaya başladığını ve suyu okyanusa salmaktan başka çarelerinin olmadığını söyleyen Japon hükümeti, Birleşmiş Milletler’in onayı ile 24 Ağustos 2023’te resmi olarak atık sularını Pasifik Okyanusu’na deşarj etmiştir. Diğer seçeneklerin ise toprağa gömmek veya buharlaştırmak olduğu bilinmektedir.[8]
Su sızdırmayan dayanıklı malzemeden deniz seviyesinin metrelerce altına inşa edilen 1km uzunluğundaki tünel ile tahliyenin 40 yıl sürmesi planlanmaktadır. 31bin ton suyun 2024 mart ayına kadar tahliye edilmesi öngörülmektedir. [9]
Tesiste depolanan sular filtrelenmekte ancak trityumdan tamamen arındırılamamaktadır. Bunun nedeni trityumun hidrojenin radyoaktif izotopu olmasıdır. Uzmanlara göre bu madde büyük miktarda tüketilmediği sürece tehlike oluşturmasa da bu konuda fikir ayrılıkları yaşanmaktadır. Japonya Çevre Bakanlığının açıklamasına göre santrale yakın konumlardan alınan numunelerde trityum konsantrasyonu, tespit sınırının altında bulunmuştur. [9]
Japonya bu sürecin güvenli olduğunu söylese de komşu ülkelerden tepkiler gecikmemiştir. Uygulamaya tepki göstererek resmi şikayette bulunan Çin, tüketici sağlığını koruma amacıyla Japonya’dan gelen tüm deniz ürünü ithalatını durdurma kararı almıştır. Çin Dışişleri Bakanlığı‘ndan yapılan açıklamada “Okyanus tüm insanlığın ortak mülküdür ve Fukuşima’nın nükleer atık suyunu, tüm itirazlara rağmen buraya boşaltmak, uluslararası kamu çıkarlarını göz ardı eden son derece bencil ve sorumsuz bir eylemdir” denildi.” Güney Kore de benzer uygulama ile bölgeden gıda ve balık ürünleri ticaretini durdurduğunu açıkladı. [10]
Gelinen noktada aksi iddialar savunulsa da sudaki trityum yaşamı tehlikeye atmaktadır. Birçok radyoaktif, nükleer ve benzeri maddeler hidrolojik döngü sayesinde dünyanın her yerine yayılmaktadır. Suya karışan maddeler, yağmur olarak yeryüzündeki tarım arazilerini, hayvanların ve insanların yaşam alanlarını da etkilemektedir. Bir bütünden oluşan Dünya’nın herhangi bir bölgesinde yayılan radyoaktif maddeler, yaşamın her bölümünü etkilemektedir. İnsanlar, hayvanlar bitkiler… Yaşamın devamı için sürdürülebilir kararlar verilmesi desteklenmeli ve Dünya’nın bütünlüğü bozulmamalıdır.
Eylül Hazal Akkaya